İsim:

Email: *

Mesaj: *

İsim:

Email: *

Mesaj: *

19 Nisan 2012 Perşembe

Nasıl güzel bir yazıdır... - Acemi Anne'den -



VİCDAN AZABININ ANNELİKLE İMTİHANI...


Vicdan azabı karizması olan güçlü ve zalim bir duygudur. “Ağır abi”dir, eli ağırdır. Lakin, garibim bugüne kadar çekmedi hiç kimseden annelikten çektiği kadar. Hor kullanıldı, ayağa düştü, itlerin maskarası oldu.
Vicdan azabının annelikle imtihanı, yavrunuz ana rahmine düştüğü an başlar. Sanki hamilelikle tetiklenen o hormonlar, rahminizde bebeğinizi değil yüreğinizde vicdan azabını büyütüp beslerler.
Yaklaşık 40 hafta sonra, nur topu gibi bir duygu yumağı dünyaya gelir. Kendinden şüphe etme, sonsuz bir yetersizlik ve tabi ki yaptığınız ve yapamadığınız her şey ama her şey nedeniyle vicdan azabı çekme bu nur topu gibi yumağın ayrılmaz parçalarıdır.

Annelik tuhaf bir müessese. Doğa, üreyelim de tükenip gitmeyelim diye bir saatli bombayı içimize kurup bırakmış. Yoksa çocuk büyütmek çekilir dert değil, bunu kendi de biliyor ya anne deliliği diye bir şey icat etmiş.
İnsan evladının verdikçe vermeye, yaptıkça yapmaya doyamadığı bir kaç tahtası eksik bu ruh halini başka türlü açıklamak ne mümkün.

Üstelik işin doğası zaten mantık sınırlarını zorlarken, işin içine bir de bilgi çağı denen meret girer. Amazon’un derinliklerindeki bir kabilede çocuk doğuran bir kadının, vicdan azabı denen bu duyguyla bu kadar haşır neşir olduğundan yazar bir hayli şüphe etmektedir.

Amazon’da yaşamıyorsanız, dünyanın geri kalan kısmında daha çocuğunuz doğmadan bir idealler dünyası tepenize çöreklenir. İdealizasyon bütün kötülüklerin anasıdır.
Önünüze, nereden baksanız hiç bir açıdan doğal olmayan bir sistem konulur, daha sonra da her şeyin en güzelinin doğalı olduğu söylenir.
Doğal doğum diye çırpınmalarınızın sonu, genellikle sezaryen ya da bir hayli tıbbi müdahaleye uğramış vajinal doğum olur. Çocuğunuzu dünyaya getirme şeklinizi bile kendinize beğendiremezsiniz.

Üstelik idealler dünyası yakanızı hiçbir zaman bırakmaz. Yaşadığınız hayat teknik olarak çalışan bir anne için altı ay emzirmeye el vermezken; aynı hayat, utanmadan dağa taşa ‘’altı ay sadece anne sütü’’ diye yazar.
Altı ayı geçtim, emzirmenin de iki yaşına kadar olanı makbuldür. Kazara süt yetmez de mama verirseniz, işte o zaman vicdan azabı denen tek dişi kalmış canavar dibi görmek neymiş görür. Vicdan azabı, bebeğine ilk altı ay mama vermiş anne karşısında diz çöker, el pençe divan durur.
Sanmayın ki çocuğunu iki yaşına kadar emziren anne vicdan azabından muaftır. Bin bir güçlükle emzirerek iki yaşına gelinir, çocuğunuz henüz pek konuşamamaktadır.
O sırada birisi kulağınıza, ‘’uzun süre emzirilen çocukların konuşmalarının geciktiğini’’ fısıldayıverir. Vicdan azabı, bu sefer sağ gösterip sol çakmıştır.
İdealler dünyası, size işaret parmağını kızgın kızgın sallamak üzere bizim gibi yazarları üzerinize salar. Ne de olsa vicdan azabının en hası karşılaştırmalı olanıdır.
Ortada bambaşka çocuklar, bambaşka hayat koşulları vardır. Ama hiç kimse bunu hesaba katmaz. Okuduklarınızdan geriye sadece; ‘’o yapmış ben yapamadım’’ duygusu kalır.
Ağızınızla kuş tutsanız, anneyseniz vicdan azabı çekmenin bir yolunu ne yapar eder bulursunuz. Çocuğuna kanını iliğini verse, ah kemikler kaldı onları veremedim diye bir köşede vicdan azabı çeken bir anne bulmak işten bile değildir.
Garibim vicdan azabının, bu hor kullanılma karşısında devreleri yanar; üstünde tepinilen gündelik bir hisse döner, susamaktan farkı kalmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder